İlke ve Değerlerinden Ödün Vermeden
Özgür Yayın Platformu Olarak Kalsın Diye
İmsak04:28 Güneş06:03 Öğle13:07 İkindi16:55 Akşam20:00 Yatsı21:29
Hava - Hava durumuAçık 20°C Nem %60
Türkçe
15 Şevval 1445 24 Nisan 2024 Çarşamba
15 Şevval 1445
İmsak
04:28
Güneş
06:03
İşrak
06:43
Öğle
13:07
İkindi
16:55
Akşam
20:00
Yatsı
21:29
Giriş Yap

Aral: Tarihi bağlarımızı yeniden keşfettik

09.02.2009    |
Türkiye’nin dünyaca ünlü belgeselcisi Coşkun Aral, Endonezya ve Açe izlenimlerini anlattı. Aral, çalışmalarının yakında TRT'de “Haberci İz Peşinde” programında yayımlanacağını söyledi.

Türkiye’nin dünyaca ünlü belgeselcisi Coşkun Aral, TRT’de yeni dönemde yayına girecek “Haberci İz Peşinde” programının ilk çekimleri için Endonezya Cumhuriyeti’nin Açe Eyaleti başkenti Banda Açe’ye geldi. 30 yıl boyunca dünyayı karış karış gezen ve özellikle savaş fotoğrafçısı ve belgeselci olarak adını dünya literatürüne geçiren Aral, yeni bir program için kolları sıvadı. 5 şubat günü Cakarta üzerinden Açe’ye geçen Coşkun Aral ve kameraman Ömer Denizer ile birlikte Açe’ye ulaştı.

Banda Açe’de Türk köyleri olarak bilinen Bitay, Emperoum, Pande’nin yanı sıra, Ali Haşimi Kütüphanesi, Beytürrahman Camii, Türk Kızılay’ının yaklaşık 750 ev inşa ettirdiği Lampuuk Köyü, Sultan II Selim (Sarı Selim) Toplum Merkezi ve IBS (İstanbul Uluslararası Yardımlaşma ve Kardeşlik Derneği)’nin yaptırdığı yetimhane gibi mekânları da ziyaret etme fırsatı bulan Aral, bir yandan yüzyıllar öncesinin izini sürerken, bir yandan da 26 Aralık 2004 tarihinde yaşanan tsunami ve deprem felâketi sonrasında Açe’de faaliyet gösteren çeşitli Türk kurumlarının temsilcileri ile biraraya gelme fırsatı da buldu.

Aral 1980’li yılların ikinci yarısında Açe’ye gelme teşebbüsünde bulundu, ancak o dönemde yaşanan sıcak çatışma ortamı nedeniyle Cakarta Büyükelçiliği, Aral’ın Açe’ye yapacağı ziyaretin Endonezya ve Türkiye arasında siyasi bunalıma yol açabileceği ihtimali üzerine gitmesine izin vermedi. İkinci teşebbüsünü 1996-7 yılında yaptı. Ancak dönemin olağanüstü koşulları nedeniyle bir gece kalabildiği Açe’den sabah erkenden bir uçakla Medan’a gönderildi. Açe’ye gelme arzusundan vazgeçmeyen Aral, 2001 yılında Açe’ye girmeyi başardı.

Aradan geçen sekiz yıl sonra Açe’ye yeniden gelme şansı bulan Aral ve yardımcısı Denizer ile üç gün boyunca yoğun bir program gerçekleştirdi. Dinamizminden bir şey kaybetmemiş olan Aral gençlere taş çıkartacak bir performans sergiledi.  Sayın Aral’ın mesleğindeki profesyonelliği kadar, cana yakın, samimi ve bilge bir insan olduğuna tanık olmaktan memnuniyet duyduk.

IBS’i Ziyaret

 
“Haberci İz Peşinde” programının Açe ile başlamasının en önemli iki temeli bulunuyor. Bunlardan ilki,  tarih boyunca Açelilerle Türkler arasında kurulan ilişkiler; ikincisi ise, tsunami ile birlikte yeniden Türk kamuoyunun ilgi alanına giren Açe’de Türk Hükümetinin öncülüğünde Türk Kızılayı ve Türk STK’larının yardım faaliyetlerini gerçekleştirmiş olması.


Aral, bu çekimler vesilesi ile Açe’de faaliyetlerini kurduğu ofis ve ekibi ile yürüten IBS’in Açe koordinatörü Mahmut Sami Çil’i ziyaret ederek, kurulan yetimhane hakkında bilgi aldı. Çalışmaları takdirle karşılayan Aral, aynı zamanda, Açe’de bulunduğu üç gün zarfında, diğer yetkililerin yanı sıra, Sayın Çil’den de destek alarak çekim çalışmalarını kısa sürede bitirdi.  Gördüğü yakın ilgiden memnun olduğunu belirten Aral, Açe’de faaliyet gösteren diğer kuruluşlar gibi IBS’in varlığının da önemli olduğunu ve bunun devam ederek sürdürülmesi gerektiğini sözlerine ekledi.


Aral ile yapılan kısa röportaj:


30 yıla varan savaş muhabiri ve belgeselciliğiniz boyunca Endonezya’nın önemi nedir?
Endonezya’ya ilk gelişim 1980’li yılların ikinci yarısında oldu. Bu ziyaretlerimin sebebi Malezya ve Endonezyalı Off-Road’cuların düzenledikleri yarışlar vesilesiyle çok geldim. Ancak toplumsal içerikli konular bağlamında gelişim “Haberci” programı ile başladı. Özellikle Suharto döneminde yaşanan ayaklanmalar, çatışmalar beni buraya çekti. Örneğin, Endonezya’nın en doğusundaki Irian Caya’ya 1990’lı yıllarda çok sık geldim.  Bu arada, Kalimantan ve Borneo ise çok uğrak yerlerim oldu. 1980’li yıllardan itibaren Kalimantan’a onlarca kez geldiğimi söyleyebilirim. Bu ziyaretlerimin çeşitli nedenleri vardır. Örneğin, yukarıda değindiğim gibi yarışlar, özellikle Camel Trophy  için iki kez, Trans-Borneo adlı yarış için 3-4 kez, Amerika’da Borneo ile ilgili yayınlanması planlanan bir kitap çalışmasına katkı amacıyla ve Çin krizinde yaşanan olaylar nedeniyle geldim.

Açe ilk defa ne zaman gündeminize girdi?

1986-87’ye kadar Açe’deki Türk varlığından haberim yoktu. Bir İngiliz arkadaşım vasıtasıyla Açe’yi öğrendim. Portekizlilerin ve Hollandalıların bu bölgedeki saldırıları yoğunlaşınca Türkiye’den yardım istediklerini ve Türklerin bu yardım çağrısına olumlu yanıt verdiklerini, buraya ciddi bir askeri yardım gönderdiklerini onlardan öğrendim.


O dönemlerde niçin Açe’ye gelmek istediniz?

Çünkü, gariptir çıkan haberlerde Türk bayrağı benzeri bir bayrak ve bir silahlı mücadele grubu zikrediliyordu. Yıllarca savaş muhabiri olduğum için dolayısıyla ilgi alanıma giriyordu. Bu nedenle 1980’li yıllarda Açe’ye gelmeyi çok istedim. Cakarta’daki büyükelçiliğimize uğradığımda, Açe ile ilgili okuduğum kitaplar çerçevesinde bazı sorular sordum ve teyidini almak istediğimde ve bana “Aman sakın gitme. Açe sorununu biliyoruz, ama bu meseleye girmeyelim, çünkü benzeri sorunu bizde yaşıyoruz. İki ülke arasındaki ilişkilerin bozulmasını istemiyoruz.” Şeklinde çok ciddi uyarılar aldım.


Sumatra Adası’na geçmediniz mi o dönemde?

Evet geçtim. Medan’a kadar geldim. Sumatra ormanlarında dünyaca meşhur orangutan rehabilitasyon merkezine geldim iki kere.


Endonezya’ya girişlerde hiç zorluk çektiniz mi?

Açıkçası Endonezya çok sevdiğim bir ülke. Ancak Endonezya’nın tavrı dönem dönem farklı olmuştur. Bir dönem, davetlerle geliyorduk, bir dönem hiç vize yoktu, bir başka dönemde de artık beni ismen tanıdıkları için hiçbir şey yapmayacağıma dair bir metni imzalayarak vize alabiliyordum.  Endonezya kendi politik meselelerinin dünyada farklı yorumlanabileceği korkusu her zaman var olmuştur. Buna alet olmak istemedim. Girmek istemedim açıkçası.

Açe’ye ilk ziyaretiniz ne zaman oldu?
1996 veya 1997 yılıydı yanılmıyorsam. Bir arkadaşım ile birlikte Banda Açe’ye gitme olanağı buldum. Cakarta’dan uçakla Medan’a geçtim. Oradan otobüsle, 12 saat süren bir yolculuktan sonra Banda Açe’ye ulaştım. Küçük bir otele yerleştim. Otele kayıt yaptırdıktan birkaç saat sonra otel yetkilileri, “Yarın sabahleyin Cakarta’ya dönseniz iyi olur, Açe’ye girmeniz için Cakarta’dan izin almanız gerekiyor” diyerek nazik bir şekilde uyardılar.

Öyle anlaşılıyor ki, otel görevlileri polise haber vermişti, ancak bir gece kalabildim. Ertesi sabah uçakla Medan’a gönderildim. Bu nedenle, toplumu gözlemleme şansı bulamadım. O dönemde Cakarta’da gazetelerde Açe konusu sıklıkla yer alıyordu. Yani 1996-97’de ülkenin doğusu da karışıktı. Orada ayrılıkçı hareketler gündemdeyken Açe’de de gösteriler vardı.

Bu bir günlük tanıklığınızdan biraz bahseder misiniz?
Otobüsle Medan-Banda Açe karayolunda yaptığım 12 saatlik yolculuk boyunca sürekli askerin varlığı hissediliyordu. Yoğun bir denetim vardı. GAM mensuplarına rastlamadım, ancak varlıklarından söz ediliyordu. Kaldığım otel iki yıldızlı otele denk geliyordu. Şehirdeki tek oteldi o zaman. Şehir merkezinde pek fazla yapılaşma yoktu. Dönüşte havadan şehri görme fırsatı buldum. Oldukça küçük bir alana yayılmıştı.

AÇE’DEKİ OSMANLI MEZARLIĞI

İkinci ziyaretiniz 2001’de, yani bundan 8 yıl önce. Bundan biraz bahseder misiniz?
Açe’deki gelişmeler yıllar boyu devam etti. Artık dayanamadım ve her ne olursa olsun Açe’ye gitmeye karar verdim. Bu fırsatı 2001 yılında buldum. Bu tarihlerde NTV’de çalışırken, bir Endonezya belgeseli çalışmam vardı. Bu vesile ile Açe’ye gitmeyi başardım. Mayıs ayında Açe’ye girdim.

Çok farklı bir Banda Açe vardı. Üç günlük bir konaklama için gelmiştim. Kısa süre içerisinde karşılaştığım insanlar arasında Türk olduğumu söylediğimde sevinenler vardı. Bunun üzerine beni bir Türk aile ile tanıştırmak istediler. Ancak bulamadılar. Neyse, bir aile bize yardımcı olmaya başladı. Bir ailenin İngilizce bilen kızı bize mihmandarlık yaptı. Türklerin meftun olduğu söylenen bir mezarlığa götürdüler. Burası muhtemelen bugünkü Bitay Köyü’ydü. Mezarlık çalılarla kaplıydı. Üzerinde Arapça metinler olan mezar taşları vardı. Ardından Osmanlı’dan kaldığı ileri sürülen çeşitli ebatta topların bulunduğu bir yere gittik. Buradaki bazı topların Osmanlı Devleti’nin gönderdiği toplar olduğu söylendi.

Bölgede garip bir hava vardı. Gerçi Endonezya’nın her tarafında aynı hava hissediliyordu. Seçimler olduğunu hatırlıyorum. Bir, ‘ayıklanma’, ‘temizlenme’ dönemiydi o zamanlar. Başkaldırılar vardı. Doğu Timor’da bir şeyler yaşanmış; Ambon’da olaylar yaşanıyordu. Bayağı bir karışık dönemdi. Her tarafta asker vardı. Ancak Açe’de askerden ziyade “sivil polis” veya “istihbarat” diyebileceğimiz türden görevlilerin sayısı çoktu. Çünkü benimle görüşmek istediğini söyleyen birtakım insanlar bir daha aramadılar. Bize gösterilen yerler de sınırlıydı ayrıca. Şehir dışına çıkarılmadık hiç.

O dönemde yaşadıklarınızı Türk kamuoyu ile paylaşma fırsatı buldunuz mu?
Yok. Türkiye’de bu tip şeyler kamuoyunda ilgi uyandırmıyor. Türk basınında bu olay tsunami ile çıktı. Çetin Altan’ın dediği bir laf vardır: “Bir kere kara listeye alındınız mı bir daha imkânı yok yazı yazamazsınız.” Pek çok basın-yayın organına kendi alanıma giren her konuda gönüllü yazı yazmayı teklif ettim. Türkiye’de bu tip şeyler pek umursanmıyor. “Bu adamın yaptığı şeyler pek bize gelmez, bizim boyutumuza uygun şeyler değil.” tarzında bir yaklaşım hâkim. İstenmiyor...

Açe olayını da tsunami daha görüntü gelmediği için Sabah gazetesi yayınladı. Bir iki gün sonra da Sunay Akın yazdı. Benim yazımı okumuş ve kendi yaptığı araştırmalarla Ertuğrul’a kadar uzanan, Ertuğrul’un burada beklendiğini, gelmemesinin yarattığı hayal kırıklığı da içeren bir yazı yazmıştı.

Yeniden Açe’desiniz. Neler hissediyorsunuz?
Her şeyden önce mutlu olduğumu söylemeliyim. Birincisi, yalnız değilim. Bilgileri direk sizlerden alıyorum. Buradaki arkadaşlar, yüzyıllar öncesine dayanan toplumlararası kaynaşma, dayanışmanın bir başka örneğini sergiliyorlar. Yine bir felâket dönemi yaşanıyor ve ardından varlıklarını hissettirirken, tıpkı hani 12. yüzyıldaki veyahut da 1560’larda yapılan ziyaretler ve yardımların bir benzeri, daha içten, daha yürekten gerçekleştiriliyor. ‘İşimi tamamlayıp gitmek’ değil, sizler gibi burada kök salmayı düşünerek gelmek önemli.

İlk kez bir Türk grubuyla lokal mutfaklarda üç gün boyunca yemek yemenin keyfine sahip oldum. Çok açık söylüyorum, gittiğim yerlerde beni ya McDonalds’a ya da bir başka yabancı mutfağa götürürler. Ama burada siz bir yere götürdünüz, Sami bir yere götürdü. Gittiğimiz yerler Açe’den, yani yerelden. Paris’te yaşadığım dönemden bilirim. Türkiye’den gelenler: “Ne olursun bizi bir Türk lokantasına götürür müsün?” Burada onu görmüyorum, tam aksine birlikte bir Açe mutfağına gidelim, bölgenin mutfağını temsil eden yere gidelim deniyor. Böyle bir grupla burada Açe’yi tanıma fırsatı bulmak büyük bir keyif benim için. Umarım dünyanın değişik bölgelerinde de aynı özellikte insanlarımız olur ve dünyayı daha iyi tanıma fırsatı buluruz.

TÜRKİYE DÜNYA ÜLKESİ OLDUĞUNU GÖSTERDİ
24 Aralık 2006 günü, sabah saat 05.00’de televizyondan tsunami haberini duyduğunuzu belirttiniz. O an buraya gelmeyi düşünmediniz mi?
Eğer bir kuruma çalışıyor olsaydım, atlar gelirdim. Ancak o dönem işsizdim. Buraya gelmenin bizim için büyük bedelleri var. Türkiye’de gazeteler, televizyonlar ancak on gün sonra ekip göndermeye başladılar. Allah’tan Kızılay’ımız ve onunla beraber bazı yardım kuruluşları geldi.

Tsunami sonrası yardım çalışmaları ile bugün gelinen noktayı karşılaştırır mısınız?
Ben önyargılı değilim. Mevcut iktidar, bugüne kadar hiçbir Türk hükümetinin almadığı çok cesur ve çok hızlı kararlarla dünya ülkesi olduğunu gösterdi. Çünkü Türkiye’nin burnunun dibindeki, Lübnan gibi bir ülkede Türkiye’nin de içinde olduğu bir sistemde, 15 yıl yaşanan bir iç savaşta bile bizim ne medyamız, ne devlet adamlarımız ayak bastılar. Giden gazetecilerimizi İsrail götürüyordu.

İlk kez, arada yaklaşık on bin kilometre mesafe olmasına rağmen, tarihsel bir bağ, -o da çok bilinen bir şey değil-, gerekçe gösterildi ve insanlara hissettirildi. Kamuoyunun tepkisi çok önemlidir. Kimileri hesap sorabiliyor: “Burada evsiz barksız varken, insanlarımız açken, niye oraya gidiliyor?” diye sorulabiliyor. Ama bunu göğüsleyen bir sistem var. Bu beni memnun etti. Burada da aynı mutluluğu gördüm. Otele ayak basar basmaz, geldik fiyat ne dedik: “Fiyat bu ama, sizin insanlarınız geldi, burada şu yardımı yaptı. Onun karşılığı olarak size şu kadar indirim yapıyoruz.” Hiç ben daha talepde bulunmadan indirim yapıldı. Bunu başka bir yerde görmedim ben. Bunlar çok önemli.

Bir başka örnek. Dün havaalanında kendi özel sorunumuz nedeniyle havalimanına gitmek zorunda kaldık. Bize eşlik eden Sami Çil’in daha havalimanı merkez binasına girmeden güvenlik güçleriyle ilişkisi, selamlaşması ona gösterilen kolaylıklar bunlar çok ciddi şeyler. Bunu yapabilen bir toplum, o toplumsal dayanışmayı gösteren toplumun moral değeri çok önemli. İnsanlarımızın Açe’de kendi ülkelerindeki rahatlığa sahip olduğunu gördüm. Açeliler sizi yabancı gözüyle görmüyor, kendilerinden biri gibi görüyor. Çok hoş bir şey.

ÇİN, DOĞU TÜRKİSTAN BELGESELİNİ ENGELLEDİ

Daha önce kısa süreli de olsa tanık olduğunuz Açe ile bugünkü Açe arasındaki fark nedir?
Şu anda kendimi inanılmaz rahat hissediyorum.  Daha önceki gelişlerimde korku faktörü vardı. O yüzden, korku faktörünün nedeni, birincisi yapacağım şeyi yapıp yapamayacağımın garantisi yoktu. İkincisi, yapsam, kullanılıp kullanılmayacağını bilmiyordum. Çünkü benzeri sorunların yaşandığı ülkelerde ele aldığımız konu, yeri geldiğinde yetkililer tarafından sansür edilmişti. Örneğin, Çin’de Doğu Türkistan’da yaşananları konu aldık, Çin hükümeti doğrudan müdahale etti ve yayınlatmadı. İran kaynaklı bir örgütün Lübnan’daki varlığına dair bir dosya yaptım, Tv kanalı yayınlamadı. Kasetleri hala durur bende. Ülkeler arasındaki ilişkiler bizi etkiliyor. O yüzden Açe’ye bu gelişimde hiç kaygı duymadım. Bunun ötesinde, sizi tanıyınca defalarca geleceğimi söyleyebilirim.

TİMETÜRK - 09 ŞUBAT 2009 PAZARTESİ
Kabe
Canlı Yayın
Şuan canlı Yayın
Hatm-i Şerif - Maher Al Muaiqly
AKRA CANLI
 / 
close icon close icon
AKRA CANLI
Hatm-i Şerif - Maher Al Muaiqly
Hatm-i Şerif - Maher Al Muaiqly Add Icon volume up
 / 
Canlı Yayın
fast rewind
fast forward
Playlist
Bu özelliği kullanabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir
  
Fikrini Paylaş
TAAHHÜTNAME

Hazırlamış olduğum ve sitenize gönderdiğim/ teslim ettiğim, tamamen orjinal ve bana ait olan, projemin/görüntü veya kaydımın, AKRA MEDİA tarafından kendisine ait kablolu/karasal/uydu, şifreli/şifresiz, free/paralı TV, video, DVD, VCD,VHS ,radyo, kaset, sinema ve sair mevcut yada ortaya çıkacak her türlü İşaret, ses ve /veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim hakkı ve tüm internet siteleri ve sosyal medya platformlarında yayınlamasına, çoğaltma hakkı, yayma hakkı, işleme hakkı ve temsil hakkının kullanılmasına süresiz olarak müsaade ediyorum.

Projemin/görüntü veya kaydımın, bant, CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player, dijital kayıt vb. tüm yollarla kayıt, çoğaltma ve dağıtım haklarını, bilişim veya iletişim ortamında görüntülenmesini, iletilmesini, okunmasını, izlenmesini, dinlenmesini vb. interaktif veya normal CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player vb. şekilde basılarak veya ses kayıtlarının metin haline getirilip kitap olarak piyasaya sunulmasını sağlayacak her türlü materyal üzerine kaydı ile çoğaltılması, kullanılması, işlenmesi, yeniden ve genişletilmiş şekilde sesli, yazılı ya da görüntülü yayın haklarını, bu suretle de çoğaltılarak kullanılması, dağıtılması, pazarlanması vb. fikri, mali ve manevi haklarımın tamamını, programda gerekli görülen değişiklikleri yapma haklarımı bila bedel olacak şekilde, AKRA.MEDİA sitesine ve bu site'nin yetkilisi ve sahiplerine devir ve temlik ettiğimi, beyan, kabul ve taahhüt ederim.

Şehir Seçin
Close